H. Can Utku önce, 1999 yılında, Uluslararası İlişkiler Bölümü ikinci sınıfında okumakta olduğu Galatasaray Üniversitesi'nin tiyatro topluluğuna katılmış, sonra Galatasaray Üniversitesi tiyatro topluluğunun resmi olmayan mezunlar kolu olarak, Tiyatro Öteki Hayatlar'ı kurmuş. Utku ve arkadaşları, üniversite tiyatrosunda edindikleri amatör ruhu koruyarak, profesyonel koşullar altında bir tiyatro arayışı içine dalmışlar. Dalış işte o dalış. H. Can Utku'nun yazıp yönettiği "Öteki", "2007 Afife Tiyatro Ödülleri-Cevat Fehmi Başkut Özel Ödülü" sahibi "Karşılaşmalar", 2007 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülleri'nde mansiyon kazanan "Elim Sende" ve "Kış Masalı" başlıklı dramaları, Tiyatro Öteki Hayatlar'ın benim ilk anımsadığım oyunları olarak doğmuş. H. Can Utku'nun Gülçin Kaya ile birlikte yazıp yönettiği "Yalnızlık Oyunları" da kervana katılmış.
Geçenlerde Tiyatro Öteki Hayatlar yapımı "Elim Sende"yi izledikten sonra "Türk tiyatrosu gençlerin omzunda yükseliyor" diye içimden geçirdim. Gönendim. H. Can Utku bu kere, birbirine paralel olarak ilerleyen iki öykü ekseninde anne-kız ilişkisinin fırtınalı dünyasını gözlemlemişti. Doktor anne-şarkıcı kızı, ev kadını anne-moda tasarımcısı kızı kimi zaman hüzünlü, kimi zaman gülünç iki öykü boyunca sürekli yer değiştirerek birbirlerinin karşısına çıktılar. Bir anlamda birbirine koşut iki anne-kız öyküsüydü bu. Oyuncular karşılıklı yer değiştirerek bir öyküde anneyi, diğer öyküde kızı oynadı. H. Can Utku'nun öykülediği karakterlerden biri, birbirine "çok uzak", diğeriyse "fazla yakın" iki anne-kızdı. İki anne-kızın yolları, oyunu oluşturan kısa black-out'larla ayrıştırılmış on tablo içinde çeşitli noktalarda birbiriyle kesişiyor, yazar bize böylece anne-kız ilişkisine dışarıdan bakma olanağı sunuyordu. Görünen oydu ki öyküler ve onları sürükleyen karakterler birbirinden ne kadar farklı olurlarsa olsunlar, ilişkinin dinamiği aynı kalacaktı. İlginç bir konuya, hayli ilginç bir yaklaşımdı H. Can Utku'nun anlattığı.
Oyundan çıkarken ilk aklıma gelen, H. Can Utku'nun dramatik oyun yazma aşamalarını adım adım sabırla aştığıydı. H. Can Utku'nun genç olmasına karşın bilgi birikimi vardı, belli bir çalışma tarzını benimsemişti, gözlem yeteneği üst düzeydeydi. Yaratıcıydı, ama yanı sıra oyun yazma tekniğini de biliyordu. Tekniği, çözümlemede kendisine yol gösteriyor ve hiç kuşkum yok ki işini kolaylaştırıyordu. Diğer taraftan, yaratıcı olduğu ve yazma tekniğini bildiği kadar tiyatro tekniklerini, sahne yapısını, oyunculuğu, rejiyi, kısacası tiyatronun her ögesini de biliyordu. Türkçesindeki gelişmeyi de dikkatle göz önünde tutarak "Karşılaşmalar"da yaptığım tüm eleştirilerimi geri aldım.
"Elim Sende"yi yazdığı gibi H. Can Utku yönetmişti. Yönetirken de tiyatronun, oyunu diyaloglar yoluyla uzama sokarak, bölmeyle oynama sanatı olduğunun bilincindeydi. Oyuncularının devinim ve diksiyon egemenliklerinden de yararlanarak, oyuncu eylemleri gibi kendi yazdığı metne de özel anlamlar kazandıran sözceleme durumları tasarlamış ve uygulatmıştı. Yazılı metnin söylenme biçimini, davranışsal stratejinin yalnızca özel bir durumu olarak ele almıştı. Kimi kez eylemin yer aldığı ortamın konuşma biçimlerini öykünmeye bağlı olarak gerçeğe benzer kılarak oynatmış, kimi kez de oyuncusunun her tür öykünmeyle ilişkisini kesmişti. Yedi ve sekizinci tablolarda kullandığı Beniamino Gigli'nin "Mamma, son tanto felice/perché ritorno da te." sözleriyle başlayan şarkı, olay örgüsüne pek yakışmıştı.
H. Can Utku, oyun sırasında kullanılan tereyağı (ya da krem peynir), salam, cips, çay, su, tost ekmeği, efervesan tablet gibi ögeleri birebir kullanmış, çok iyi etmiş, ancak nasıl olmuşsa olmuş telefonun kablosunu atlamıştı. Hal böyle olunca Gülşen'in işyerindeki ofisinde geçen beşinci tablo inandırıcılığını yitirmişti. Sevi Orakoğlu'nun "Doktor Anne Şengül" olarak kolunda taşıdığı sarı metal kayışlı saati, Şenay'ı canlandırırken takmasını titizlikle engellemiş de, Orakoğlu'nun her iki role bürünürken sol elinde aynı yüzüğü takmasını es geçmişti. Oyuncularının aynı ayakkabıyı hem kız, hem anne olarak kullanmalarına izin vermesi de yanlıştı. Şimdi bütün bunları H. Can Utku "devede kulak" sayabilir, elbette eleştiri olarak da algılamayabilir. Yani aldırmasa da olur. O halde ne yapsın Utku? Bence; "Eleştirmen amcanın gözüne takılanlar" desin geçsin. Zira, oyunun dekor ve kostüm tasarımlarının anonim olduğunu sanıyorum. O açıdan yukarıda söylediklerime fazla bir şey eklemek istemiyorum. Sahne düzeni, bence olanakları içinde gayet güzel olmuş. Ufuk Karagöz'ün ışık tasarımıysa, oyuna yorum getirebilen, dekora derinlik kazandırabilen ve oyuncuların üçboyutluluğunu saylayabilen nitelikte bir ışıklandırma. Bravo Karakoç'a da, zaman-mekân "mevhumları"nı neden atlamış acaba?
Oyunculuklara gelince iki genç oyuncudan Sevi Orakoğlu, Şenay ve Şengün'e; Didem Çimen ise Ayşen ile Gülşen'e can vermekte. İkisi de, insanın içini pırpır ettiren soylu birer yetenek. İkisi de, hem anne olarak, hem de kız evlat olarak coşkularını yönetmeyi ve onları okutmayı biliyorlar. Bir kusurları var, sanırım bağırmak ile cırlamak arasındaki ince ayrımın ayırtında değiller. Cırladıklarında, sesteki gerilim tınıya, telaffuza, tonlamaya zarar veriyor. Ses esnekliğini yitirtiyor, kabalaşıyor. Örneğin, 4. tabloda Didem Çimen'in "oylumlu seslenişi". Sonra, aynı Didem Çimen 8. tabloda ikide bir neden ayağını yere vuruyor? Haaaa bir de, 9. tablodaki sarhoş oluş abartısının altını çizmeden geçmemeliyim. Geçişi olmadan ayılmalarının da. Gel gelelim, kendilerini bilinçli olarak Şenay'ın, Ayşen'in ya da Şengül'ün, Gülşen'in duygularını gerçekten yaşamaya zorlamayarak olumlu oyunculuk puanlarını çoğaltıyorlar. Dramatik konumlarının uyandırdığı ruhsal bir durumu daha çabuk ve kesin olarak yakalamak amacıyla, coşku ve duyu belleğini geliştirme üzerine kurulu olsa da, bu birçok seçimden yalnız biridir, öyle değil mi ama? "Mış" gibi yapmayı ve duygulanımlarını soğukkanlılıkla üretmeyi biliyorlar. Duygulanımların iç hâkimiyetini boşverin siz, yorumladıkları duygulanımları seyirciye "mükemmelen" okutabiliyorlar. Daha ne yapsınlar?
Sevi Orakoğlu, çağdaş tiyatronun gereğini pek güzel yerine getirerek gerçek bir kişiye, bütün oluşturan bir bireye, bir dizi duygulanıma bilerek ve isteyerek göndermede bulunmuyor. Canlandırdığı Şenay ve Şengül'ü bir başka bağlama oturtarak taklit yoluyla anlamlandırmıyor. Didem Çimen, Ayşen'in de, Gülşen'in de bedeninin parçalarından ödünç aldığı tek tek ögelerden yola çıkarak anlamlanmalarını oluşturuyor. Veee. İnanın bana, ikisi de alınlarından ayrı ayrı öpülmeyi hak ediyor.
Şimdiii. Son sözüm sizedir, eyyy benim eleştirmen ağabeylerim, ablalarım, bacılarım, kardeşlerim!.. Silkininiz ve kendinize geliniz. Sadece Tiyatro Öteki Hayatlar'ın değil, diğer tüm genç profesyonel tiyatrocuların seslerine kulaklarınızı dikiniz. Onları mutlaka, ama mutlaka izleyiniz, özendiriniz. Dilerseniz, beğenmezseniz kıyasıya eleştiriniz.
Sizden beslenmesini bilirler onlar. Onları eleştirilerinizle besleyiniz.
Üstün AKMEN
Evrensel - 23/12/2008
http://www.evrensel.net/haber.php?haber_id=42499