Tiyatro Öteki Hayatlar'ın kurulduğunu duymuştum da, hangi oyunu oynadıklarını, nerede oynadıklarını bilmiyordum. Geçenlerde Afife Tiyatro Ödülleri Oylama Kurulu Üyesi Güneri (Artunkal) Ağabeyim: "Bana telefon edip çağrı yaptılar, oyunlarına gideceğim" dedi. Ben de takıldım peşine. Vallahi, bana çağrı yapmadılar. İşte öylesine, kendiliğimden gidiverdim.
BİR TİYATRO TUTKUNU: CAN UTKU
Tiyatro Öteki Hayatlar'ın kurucusu H. Can Utku'nun tiyatro serüveni, 1999 yılında, Uluslararası İlişkiler Bölümü ikinci sınıfında okumakta olduğu Galatasaray Üniversitesi'nin tiyatro topluluğuna katılmasıyla başlamış. Galatasaray Üniversitesi Tiyatro Topluluğu'nun resmi olmayan mezunlar kolu olarak, geçen sezonun başında Tiyatro Öteki Hayatlar'ı kurmuşlar. Yani, şimdilerde ikinci sezonlarını yaşıyorlar. Daha çok yeni bir oluşum. Üniversite tiyatrosunda edindikleri amatör ruhu koruyarak, profesyonel koşullar altında bir tiyatro arayışına dalmışlar. H. Can Utku'nun yazıp yönettiği "Öteki" ve "Karşılaşmalar", gene H. Can Utku'nun bu kere Gülçin Kaya ile birlikte yazıp yönettikleri "Yalnızlık Oyunları" başlıklı dramaları, dönüşümlü olarak Oyuncular Kahvesi - Cem Safran Sahnesi'nde sahnelenmekte.
OYUNUN KONUSU
Biz o akşam "Karşılaşmalar"ı izledik. Bir pazar sabahı, aynı apartmanın üç farklı dairesinde yaşanan birbirinden bağımsız üç ayrı öyküyü anlatıyordu H. Can Utku'nun metni. Daha doğrusu, ikili ilişkilerde üçüncü kişi faktörü üzerine üç çeşitleme de denilebilirdi metni özetlemek için. Oyundan hemen sonra sorsanız, aynı temanın değişik boyutlarında dönenen üç ayrı kısa oyun olarak da tanımlayabilirdim.
Seyrettik. Yazar, ilişkilerin sözde iki kişilik dünyası, bazen yakın bir arkadaş, bazen bir eski sevgili, bazen ölmüş bir eş tarafından üç kişilik hale gelebiliyor demek istemiş. İstemek, beklemek, sorumluluk, gereklilik, yanlış anlaşılma.
YAZAR OLARAK VE YÖNETMEN OLARAK H. CAN UTKU
H. Can Utku'nun Türkçe'sine tümden kötü diyemem. Küçük hatalarına karşın, oldukça akıcı bir dil kullanıyor Utku. Dili giderek içtenleşiyor. İçtenliğini gerekli donanımdan yoksun bırakmaması da alkışa değer doğrusu. Yazmayı sürdürmesini öneriyorum H. Can Uyku'ya, ne olur ne olmaz, ola ki moral bozarım diyerek bu konuyu burada noktalamayı yeğliyorum.
Diğer taraftan, H. Can Utku 25-30, 35-45, 65-80 yaşlarındaki karakterlerin birbirleriye rastlaşmalarının öyküsünü sahneye koyarken sahne üstü eylemi iyi düşünmüş diyorum. Oyuncuları yönlendiren dış ses fikri de güzel. "Black out" sıkıcılığını bu yolla engellemiş. Oyunculara yerlerini, birbirlerinden uzaklıklarını, devinimlerinin dozunu, döşemeyle (pavimento), aksesuarla ilişkilerini, konuşmaların hızını, susuşları iyi belletmiş. Yalnız, hani ben olsaydım birinci bölümde dışarıdan gelişte karakterlerden kızın eline bir çanta, bir yelek; erkeğe bir mont verirdim diyeyim. Işığı da karartır, çift içeri girdikten sonra kıza elektrik düğmesini açtırırdım. İkinci bölümde, Kadın'ın ayağına kostümüne daha uygun bir ayakkabı giydirtirdim. Üçüncü bölümde "beyaz örtü" dedirttikten sonra sarı-krem örtü kullanmazdım. Örtünün kenarlarını saçak saçak bırakmaz, birilerine bastırtırdım. Dış sese Kadın için 65, Erkek için 80 yaş tanımlamasını yaptırdıktan sonra Kadın'ı iki büklüm oynatmaz, Erkek'i de o kadar atik kılmazdım. Oyuncu - ışık bağlantısını biraz olsun kurardım. Renk filtreleri kullanır, hiç değilse renk filtrelerini belirlemede bir uzmana danışırdım.
OYUNCULARIN İKİSİ DE YETENEK
Oyunculardan Mustafa Eren'e, karakterin davranışındaki çelişkileri ve uç noktaları aramasını ve onları yan yana yerleştirmesini önereceğim. İlk bölümdeki "masum erkek" karakterine can verişindeki anlatım gücünü kutluyorum. Sözleri ve davranışlarıyla kendi fiziksel gerçeklerine dayanan davranışlarını da. Böylece, gerçek duyguların canlanması için bir ortam hazırlamayı başarıyor. Duygular, hareketlerinin partisyonuna ne kadar hâkimse, duyguları o kadar yoğun yaşayacağını da öğrenecek. Mustafa Eren'in niteliği yarattığına tanık olacağım bir oyununu izledikten sonra, kendisine yaratıcı sanatçının varlığından söz edeceğim. O gün geldiğinde anımsatsın bana lütfen.
Pelin Doğru'ya gelince, ne yalan söyleyeyim fazla övmekten kaçınacağım. Ne oluuur, ne olmaz!.. Daha çok genç. Ama tiyatro seçici kurullarını uyarmadan da duramıyorum: "İşte size 'özendirme' ödülü verebileceğiniz bir genç yetenek" diye buradan bağırıyorum.
YETENEKLİLERDEN BİRİ BİR ADIM ÖNDE
Pelin Doğru, doğrusu Mustafa Eren'den bir iki adım önde. Bir kere çok yetenekli. Sadece üçüncü bölümde 65 yaşındaki Kadın tiplemesini eleştireceğim. Doğrusu gözlem gücünü hiç mi hiç kullanmamış. Role çalışırken kendi kendine sorması gereken o pek yalın ve de bilinen soruları kendine sormamış. Sormamış ve o bölüm olmamış. Yoksa, onun oyunculuğa yatkın bir zekâsı olduğu ilk iki bölümde pekâlâ seziliyor. Bence, yönetmeniyle uzlaşıp o bölümü derhal düzeltmeli.
Onun dışında Pelin Doğru, coşkularını yönetmeyi ve onları okutmayı biliyor. Bu işi ciddi anlamda meslek edinirse, dramatik konumun uyandırdığı ruhsal bir durumu, daha çabuk ve kesin olarak yakalamak amacıyla duyu belleğini nasıl geliştireceğini, "mış "gibi" yapmayı ve duygulanımlarını soğukkanlılıkla üretmeyi, nefesini nasıl kullanacağını da öğrenecek, bilecek, iyice belleyecek Pelin Doğru.
Hay Allah iyiliğini versin Güneri (Artunkal) Ağabey!..
Beni, iyi ki Pelin Doğru ile tanıştırdın yahu!
Üstün AKMEN